Geçtiğimiz hafta İstanbul ilimizde meydana gelen olayda Şeyda Yılmaz isimli genç kardeşimizin şehit düşmesi hepimizi derin üzüntüye boğmuştur.
Medyadan takip edildiği kadarıyla, olay sanığının çete üyesi olması ve 26 suçtan kaydı bulunup dışarıda serbestçe dolaşması, olayın arkasından yaşanan diğer,sadece şu birkaç gün içinde tekrar eden benzeri olaylar, bunun soyut bir vaka olmayıp, hepimizin üzerinde düşünmesi gereken yeni bir durum ve şartlar bütünün doğurduğu bir sonuç olduğunu göstermektedir.
Nitekim bu müessif olaydan hemen sonra, bu kez Ankara’da biri 12, diğeri 13 suç kaydı bulunan iki sanık polisin dur ihtarına silahla cevap vermiş ve çatışma çıkmıştır. Ordu’da 22 suç kaydı olan bir sürücü, dur ihtarında bulunan jandarma görevlisine çarpmış ve şehit olmasına neden olmuştur. İstanbul’da bir kadın trafik polisi, durdurulmaistenen şahsın açtığı ateş sonucu ağır yaralanmıştır. Olayların hepsi son birkaç gün içinde meydana gelmiştir. Sabıkalı-suçlu kişilerce kolluk kuvvetlerine yapılan silahlı saldırılarda önü alınamayan bir artış eğilimi belirgin olup, eskiden sadece terör olaylarında söz konusu olan bu eğilim, günlük asayiş olaylarında da korkutucu bir biçimde yaygınlaşmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde Gaziantep ilimizde bazı kişilerin uzun namlulu silahlarla bir sokakta adeta nöbet tuttuğu ve sokağı kontrol ettiği görüntüleri medyaya düşmüştür. Görüntüler, 1980 öncesinde terör örgütlerinin bazı bölgelerde “kurtarılmış mahalleler” oluşturdukları dönemleri hatırlatmaktadır.
Onlarca suç kaydı olan ve dışarıda serbestçe dolaşıp suç işlemeye ve çeşitli şekillerde toplumu rahatsız etmeye devam eden kişilerin kendilerine müdahale eden polise direnmeleri, darp ve tehditte bulunmaları, sivil vatandaşları sindirecek şekilde ortamda terör oluşturmaları, neredeyse günlük olaylar haline gelmiştir. Ceza soruşturma ve infaz sistemi bu kişileri etkisiz hale getirmekte feci surette yetersiz kalmakta, suçu meslek edinen kişiler artık devletten çekinmemektedir. Nitekim basında, Şeyda Yılmaz kardeşimizi şehit eden sanığın üye olduğu söylenen sözüm ona Casperlar çetesinin “bir açıklama yaptığı”, sanığa sahip çıktıkları, avukatlık ve cezaevi masraflarını üstlenecekleri, ayrıca sevk esnasında kendisine yapılan muameleden dolayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikâyette bulunacakları yolunda haberler yer almaktadır. Cüretkârlık ve arsızlık tavan yapmıştır ve bu kişilerin artık ciddiye aldıkları bir kamu prosedürü yoktur, yani haklarında işlem yapılması bunları etkilememektedir. Daha da kötüsü, toplumsal ve siyasi kurumlarda da neyin “sorun” olduğu ya da “sorunun ne olduğu” yolunda bir gözlem ve konsensüs bulunmamaktadır.
Küresel Organize Suç Endeksi 2023 Raporuna göre Türkiye organize suçlarda Avrupa’da birinci, bütün dünyada ise on dördüncü sıradadır. Bu rapora göre Türkiye’de faaliyet gösteren ve geleneksel mafya sistemini model alan önemli sayıda mafya tarzı grup bulunmaktadır. Şu anda asayiş ve örgütlü suçlar açısından ülkemizin gittiği nokta, 1970-1990 arası dönemdeki terör suçları açısından gittiği nokta ile aynıdır. Her iki olguda da, organize suç ya da terör grupları belli bir toplumsal ve coğrafi kesit üzerinde tahakküm kurmakta, kendi kontrolünde alanlar (kurtarılmış bölgeler) oluşturmakta, ortamlarda terör-korkutma yoluyla egemenlik kurmakta, insanları sindirmekte, şiddete başvurmakta tereddüt etmemekte, devlet iktidarına ve yasa hâkimiyetine meydan okumakta, devlet organlarını küçük düşürme ve sindirme amacı bulunmakta, kendine ait bir üye-taraftar profili oluşturmaktadır. Yani, işlenen suçların amacı ve motivasyonu farklı olsa da, suçun işleniş biçimi ve formatı aynıdır. Fakat maalesef, bir zamanlar terörsuçlarına verilen önem asayiş suçlarına verilmemektedir; hâlbuki kamu düzenine verdiği zarar ikisinin de aynıdır. Eğer bu konuda bir bilinç oluşturulmazsa ve mücadele politikası geliştirilmezse, ülkemiz yavaş yavaş, organize suç şebekelerinin büyük meblağlara hükmettiği, çetelerin show yaptığı, şehirde bazı mahallelere polisin giremediği, gençler arasında çete kimliklerinin revaçta olduğu, polisin bir sokak kabadayısına bile bulaşmak istemeyeceği, devlet otoritesinin maskaraya döndüğü bir Latin Amerika ülkesine dönecektir.
Bu duruma nerelerden geldiğimize bakmak gerekirse: Toplumsal bir gerçek olarak, CMUK düzenlemeleri öncesinde geleneksel suçlu-sabıkalı kesimi ile polis arasında, şu yaşadığımız olaylara benzer şekilde şiddet ve mukavemet olayları yaşandığı vaki değildi. Bu kişilere uygulanan yakalama ve gözaltı işlemleri sırasında polis çoğu kez kendisine verilen zor kullanma yetkisini kullanmaya gerek duymazdı. Sözü edilen bu kişiler polisten ve genel olarak devletten çekinir, polisle olan ilişkilerinde ölçülü davranır, ona karşı koymaz, toplum genelinde görünmemeye çalışır, kendi marjininde yaşar, ayrıca suçun tarafı olarak muhatap olduğu sivil vatandaşlara da (mağdura) pek bedensel zarar vermezdi. Yapılan düzenlemelerden sonra (CMUK) kolluğun soruşturmalardaki inisiyatifi büyük ölçüde alınmış ve kolluk savcılığın tek tek talimatlarla iş yaptırdığı bir birime dönüştürülmüş ve zamanla suçlu kesimin çekindiği bir organ olmaktan çıkmıştır. Ancak, meydana gelen boşluk, sistemin müteakip diğer organları (yani yargı ve infaz sistemi) tarafından doldurulamamıştır. Nitekim ceza infaz sistemindeki düzenlemelere bağlı olarak, yakalaması ve yargılaması bitmiş, ceza almış olan sanıklar bile bu kez çeşitli şekillerde yine serbest kalmakta ve aramıza dönmektedir. Geçmişinde 25-30 suç kaydı bulunan kişilerin, toplumsal sağduyu ve makul beklentiler doğrultusunda infaz ve ıslah kurumlarında olması gerekirken genç yaşlarında aramızda dolaşması, suç ve şiddet eylemlerine fütursuzca devam ediyor olmaları, kabul edilebilir bir durum değildir.
Bu süreçte ülkemizde suçlu profili de değişmiş, polisten, devletten ve toplumdan çekinen ve onlara “üstün çıkma” amacı olmayan eski suçlu profilinin yerini hudut ve teamül tanımayan, kendine güvenen, kontrolü zor, polise ve mağdur vatandaşa her türlü zararı verebilecek bağımsız ve bireyci bir suçlu profili almış, yani suçlu profilimiz “Amerikanlaşmış” ama yetkisi ve caydırıcılığı itibariyle polis tam tersine dönüştürülmüştür. Tam da bu aşamada, 15 Temmuz sonrası süreçte polisin eğitim kurumları kapatılmış, polis eğitimi tavsamış, polis meslek alım prosedürleri meslek amirlerinden alınarak mülki amirlere verilmiş, anlaşılmaz biçimde polislik ihtisas gerektirmeyen genel bir hizmet alanı olarak görülmek istenmiş ve polis amatörleştirilmiştir. Daha sonra yapılan düzenlemelerle Polis Akademisinin lisans bölümü tekrar açılmışsa da, aradan geçen süre zarfında personel profili, mesleki kişilik, aidiyet ruhu, profesyonellik ve disiplin açısından büyük açıklar doğduğu bir gerçektir. Polis amir ve memur yetiştirilmesinde vakit geçirilmeden eski sisteme dönülmeli, polis amirlerinin dört yıllık lisans, memurlarının da iki yıllık meslek yüksekokulu eğitimi almaları sağlanmalıdır. Yüzde yüz “mesleki” bir alan olan polis meslek alımları, sınav komisyon başkanlıkları, “mülkiye” hizmetinden çıkarılarak tekrar polise iade edilmelidir.
Türkiye nasıl bir zamanlar terörle mücadelenin başarılı örneklerini vermişse, şu anda kamu düzeni sorunu ve organize suç ile de mücadele edecek kapasitede kurumlara sahiptir. Nitekim eski sistemde kolluk, savcıya niyabeten olaylara resen el koyar, soruşturma ve gözaltı işlemlerini yürütürdü. Şu anda kurumsal kapasitelerimiz ve imkânlarımız eskisine göre çok daha iyi durumdadır. Bu kapasiteler tekrar işlerliğe kavuşturulmalı, suça el koyma ve suç soruşturması işlemleri, bir “dosya” fonksiyonu olmaktan çıkarılarak, soruşturmalara serilik ve etkinlik kazandırılmalıdır. Araç, haberleşme, teknik ve uzmanlık yönünden her türlü imkâna sahip, daha mobilize olan, usuli işlemleri seri bir şekilde yerine getirebilme kapasitesine sahip kolluk birimleri, talimat bekleyen kurumlar olmaktan çıkarılarak soruşturmada daha aktif ve girişim sahibi bir role kavuşturulmalıdır. Soruşturma işlemlerinin kısa zamanda sonuçlanması sağlanmalıdır. Suç failleri, etkin, güçlü, sonuç odaklı ve inisiyatif sahibi bir polis teşkilatını tekrar karşısında bulmalıdır. Şu anda kolluk, kendi birimleri içinde ve teknik sınıfa giren incelemeleri dahi (parmak izi, suç delilleri incelemesi vs.) yaptıramamakta, kolluğun eski adli fonksiyonunu tamamen üstlenmesi istenen savcılar ise yoğun bir soruşturma akımına yetişmekte ister istemez yetersiz kalmaktadır.
Yargılama işlemlerine de etkinlik kazandırılmalı, suçlu, işlediği suçun sonucu ile daha etkin ve caydırıcı bir biçimde yüzleşmelidir. Devlet prosedürlerinin (el koyma, yakalama, soruşturma, yargılama, infaz), suçlu nezdindeki caydırıcı yönü tekrar tesis edilmelidir. Ve en önemlisi, 26 suç işleyip de dışarıda gezme gibi artık toplumsal vicdanı isyan ettirecek boyutta adaletsizlik ve acizliklere yer verilmemelidir. Bilhassa polise mukavemete teşebbüs eden suç müptelalarının yargılamaları tutuklu yapılmalı ve bunlar süreç sonunda gerekli cezaya çarptırılmalıdır. İnfaz sisteminde bunu sağlayacak uygun düzenlemelere vakit geçirmeksizin gidilmelidir. 26 suç kaydı bulunan kişi, infaz sisteminde bunun makul ve adil karşılığını görmelidir.
Bu vesile ile başta Şeyda Yılmaz kardeşimiz olmak üzere tüm şehitlerimize Tanrı’dan rahmet, görevde olan mensuplarımıza işlerinde kolaylık ve başarılar dileriz. Sorunun bir an önce teşhis edilerek gerekli yasal ve idari düzenlemelerin vakit geçirilmeden yapılması, düzenlemeler yapılırken gerçekçi referanslara başvurulması, bu alanda mesai ve emek harcayan kolluk ve yargı mensuplarının görüşlerinin alınması, devletimizin elindeki muazzam kapasite ve tecrübenin kullanılır hale getirilmesi, kamu düzeni ve vatandaş huzurunun birkaç sokak kabadayısına bırakılmaması, bu kişilerin polise mukavemette bulunacak cüretten soyutlanması için gerekli yasal değişikliklerin yapılması, temennimizdir.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur,
Türkiye Emekli Emniyet Müdürleri Derneği Yönetim Kurulu